ABD’nin kurucu babaları insan hakları, eşitlik ve özgürlük temalı bildirgeyi kaleme alıp yayımladığında dünyaya örnek olmuştu. Ancak ABD tarihi, bildirgenin tersi uygulamalarla şekillendi. Özellikle kölelik, 1863’te resmi olarak kaldırılmasına rağmen geri planda devam etti. Irk ayrımcılığı ise ondan daha uzun sürdü. Kuzey ve Güney arasında siyahlara yaklaşım babında devasa bir fark oluştu. Bu nedenle hem hayatta kalmaya hem de özgürlüğünü kazanmaya uğraşan siyahlar alternatif bir tarihe imza atarken bir başkaldırı ve mücadele başlattı.
ABD edebiyatında bu dönemleri işleyen yazarlar dünyaya önemli eserler armağan etti. Onlardan biri de ülkenin karanlık zamanlarını anlatan; ayrımcılığı, ırkçılığı ve fırsat eşitsizliklerini kurmaca haline getiren Colson Whitehead.
Whitehead, ABD’nin ışıltılı olanının yanı sıra gerçek tarihinden kesitleri romanlaştıran; özellikle siyahların maruz kaldığı haksızlıkları ve özgürlük mücadelesini hikayeleştirirken ayrıntılara hayli önem veren bir yazar.
Türkçeye Begüm Kovulmaz tarafından çevrilen ‘Harlem Ritmi’nde 1960’lardaki ABD’ye uzanan Whitehead, romanın başkarakteri Ray Carney etrafında bir öykü kurgularken hem mekanların ve zamanın arka planını görmemizi sağlıyor hem de Harlem’in suç ortamlarına soktuğu okuru küçük düzenbazlarla tanıştırıyor.
‘METELİKSİZ OLABİLİRİM AMA DÜZENBAZ DEĞİLİM’
Babası, vakti zamanında bulanık sularda yüzer ve şaibeli işlere karışırken kendisini de yanında götürdüğü için tuhaf adamlara alışkın biri Carney. Beyazların saygı duyduğu ama daha çok çekindiği babasının etrafında hayatı öğreniyor aynı zamanda. Bu geleneği kendisi de devam ettiriyor. “Burada ne arıyorsun?” ile “Size yardımcı olabilir miyim?” ifadeleri arasındaki ayrımı küçük yaşlarda kavrayan bir insan sarrafı. En azından kendisi öyle olduğunu düşünüyor.
Elektronik eşya alıp satan, tamiratlar yapan meslek erbabı Carney, babasının yolundan gidip karanlık sokaklara girmemeye ve belaya bulaşmamaya özen göstererek yaşıyor. Daha doğrusu yaşamaya uğraşıyor. Hoyrat çocuklar arasında büyüyen ama bu ortamda kendisine çeki düzen vermeyi ihmal etmeyen, çoğu şeyi tek başına öğrenen bu adam, etrafını saran pisliğin kendisine sıçramaması için elinden geleni yapıyor. Sık sık tekrarladığı bir cümle var: “Meteliksiz olabilirim ama düzenbaz değilim.” Başka bir deyişle 1960’larda kanunsuz işlerin döndüğü ve yalancı tanıkların fink attığı Harlem ruhuna pek uymuyor; sağduyulu ve cebindeki delikten sağduyusu her an düşebilecek insanlara da benzemiyor.
Tüm bunlara rağmen, dalavere çevirmeyi iş sayan babasının gölgesinde büyüyen Carney’nin suça yatkınlığı göz ardı edilemez; nereden geldiği belli, önemli olan nereye gideceği. İşte bu noktada kendisini frenlemeye çalışıyor o.
Kuzenlerinin karıştığı soyguna kenarından köşesinden bulaşması ise Carney’nin tüm emeklerini boşa çıkaracak bir gelişme. Öte yandan, bir sıçrama anını bekleyen Carney için bilinçaltına ittiği sınıf atlama arzusunun gerçekleşmesi için bir adım haline geliyor bu eylem. Kısacası büyük bir ikilemin ortasında buluyor kendini: Güvenli ve sakin bir yaşam sürmek ya da daha fazlasına sahip olmak ama bunun bedelini ödemek. Düştüğü başka bir çelişki daha var: “Olası dünyaya karşı mevcut dünya. Belki de Carney fazla katı düşünüyordu. Düzenbazların çoğu çalışkandı ve çalışkanların çoğu kanunları eğip büküyordu.”
FAİL VE KURBAN BİR BAŞKARAKTER
Carney’nin doğup büyüdüğü, yaşadığı ve bulaşmak istemediği suçun tam merkezine çekildiği Harlem, aynı zamanda ABD’deki ırkçılık ve ayrımcılıktan sıyrılmak için siyahların güçlerini birleştirdiği bir yer. Kanunları koyup uygulayan beyazların karşısına, kanunların etrafından dolanarak başkaldıran siyahların toplandığı bir nokta. Başka bir deyişle yasaların fani temsilcileriyle ilişkiye girmenin pek tercih edilmediği bir getto âdeta. Hal böyle olunca kanun koyucular ile ahali arasında uzun yıllardır husumet bulunuyor, Carney de bundan payını alıyor elbette. Kuzeninin onu ittiği gayya kuyusu tam da buna denk geliyor.
Carney’nin eski günlerine dönmesi, daha doğrusu aşina olduğu suç şekillerini ve saatlerini hatırlaması pek vaktini almıyor. Gaspçılar, kaçakçılar, soyguncular, dolandırıcılar ve hatta katiller sağında solunda aniden beliriyor; saklandıkları yerlerden çıkarken o da bazı gerçeklerin farkına varıyor: “Tedarik zincirinde yükselmek Carney’nin aile evi birikimine darbe vursa da sıkıntısı fazla uzun sürmedi. Artık şehrin yukarısındaki düzenbazların ayakçısı değil gerçek bir aracıydı. Eski düzene onca zaman nasıl dayanabilmişti? Dünyada yükselmek eskiden nasıl kullanıldığınızı da anlamak demekti.”
Siyah olması ve eşi Elizabeth’in aksine, sınıfsal açıdan daha aşağıda bulunmasının da etkisiyle düzenli ve sakin yaşamın tam tersi işlere giren Carney’yi, hem bir anti-kahraman hem de Harlem’deki sıradan bir insan olarak karşımıza çıkaran Whitehead, bölgede günlerin nasıl geçtiğini anlatırken onun aşağılık komplekslerine dair çözümlemeler de yapıyor. Herhangi bir ahlaki ve sosyal yargılamaya yönelmeden şartların insanları düşürdüğü durumları ve sürüklediği olayları ortaya koyuyor. Bu minvalde Carney, hem fail hem de kurban haline geliyor.
Tek kurban ve fail Carney değil elbette; ABD’nin iliklerine işleyen ırkçılığın bir sonucu olarak onun suç ve temiz yaşam ikilemine düştüğü dönemde, Harlem’de genç bir siyahın polis tarafından vurularak öldürülmesiyle başlayan ayaklanmalar da Whitehead’in romanda zamanın ruhunu ve karakterlerin ruh hâlini yansıtması bakımından önemli. Dolayısıyla şiddetin, ayrımcılığın ve suçun bedelini ödeyenlerin listesi hayli kabarık.
Whitehead, geçmişiyle geleceği arasında bocalayan ve yalpalayan Carney karakteri, Harlem’deki suç öbekleri ve bölgenin üstüne çökmüş ayrımcılık bulutu aracılığıyla 1960’lar ABD’sine dair kültürel, politik, ekonomik ve psikolojik analizlerin yer aldığı bir romana imza atmış.
Işıltılı ve albenili caddelerdeki “Amerikan Rüyası”na karşın, arka sokaklardaki ve ayrımcılığa uğrayan, kenara köşeye itilenlerin Amerikan kâbusu arasında, Carney’nin ikilem ve gerilimleri bağlamında salınıyor ‘Harlem Ritmi’. Whitehead, geldiği yer ile gittiği noktanın, kendisini başka bir insana nasıl dönüştürdüğünü bazen fark eden bazen gözden kaçıran Carney aracılığıyla ABD’nin 1960’lardaki karanlık ortamlarına ve suç dünyasına sürüklüyor okuru.